Erzincan’ın İliç ilçesindeki altın madeninde 9 işçi, kayan istiflenmiş toprağın altında kaldı. Yaklaşık 10 milyon metreküp toprağın yaratacağı çevresel risklere karşı önlemler alındığı ve şu an tehlikeli bir durum olmadığı açıklansa da akıllara takılan bazı sorular var. Doç. Dr. Mahnaz Gümrükçüoğlu Yiğit Fırat Nehri’ne çok yakın bir noktada bu olayın yaşanması tolere edilebilir değil derken, Maden Yüksek Mühendisi Ali Kahriman maden sahasında faciaya sürükleyen ihtimalleri sıraladı.
Oğuzcan Atış / Milliyet.com.tr – Erzincan’ın İliç ilçesinde Anagold Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin Aralık 2010’dan bu yana altın üretimi yaptığı Çöpler Madeni’nde istiflenen toprak kaymış, 9 işçinin toprak altında kaldığı belirlenmişti. Arama-kurtarma çalışmaları devam ederken, bölgede bulunan İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, facia öncesinde 9 işçiden 5’inin bir konteynerde, 3’ünün bir araç içinde, 1’inin ise bir kamyon içinde olduğu açıkladı. Çöpler Madeni’nin 2004 yılından bu yana işletme ruhsatı olduğunu söyleyen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar da madendeki son denetimin 2023’ün ağustos ayında yapıldığını söyledi. Bayraktar, yapılan son denetimde yaşanan kazaya ilişkin bir tespit bulunmadığını açıkladı. Siyanür tehlikesine ilişkin konuşan Bakan Bayraktar, “Sürekli ölçümler yapılıyor. Şu anda endişe edilecek bir şey yok” dedi. Maden Yüksek Mühendisi Ali Kahriman kazanın nedenlerine ilişkin ihtimalleri, Çevre Mühendisi-Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mahnaz Gümrükçüoğlu Yiğit ise alınması gereken önlemleri Milliyet.com.tr için anlattı.
‘ALTIN ÇIKARILAN YIĞINLAR TERK EDİLİYOR’
Madenlerin oluşumları itibarıyla farklılıklara sahip olduğuna dikkat çeken Maden Yüksek Mühendisi Ali Kahriman, “Kömür ya da petrol gibi madenlere tortul oluşumlar diyoruz. Bunlar çok uzun süre önce ağaç gibi kalıntıların su altına kalıp çürümesinden oluşan yataklardır. Bir diğer maden oluşum şeklinde ise magma etkilidir. Yeryüzündeki çatlaklarda ilerleyen magma bu bölgelere içindeki ağır madenleri bırakır. Bu ağır metaller zamanla kayayla iç içe geçerler ve bakır, demir, çinko gibi madenleri oluştururlar. Madenleri çıkarırken cevherin üzerindeki tabaka inceyse onu kaldırıp madeni çıkarırsınız. Eğer derinde bulunuyorsa tüneller ve galeriler açarak ilerler, madeni o şekilde yeryüzüne çıkarıp işlersiniz” diyerek madenlerin yapısını genel olarak özetledi.
Altının da magmanın çatlaklarda ilerlemesiyle oluştuğuna dikkat çeken Kahriman, “Bu sebeple altın düzensiz bir yataklanma gösteriyor. Dolayısıyla içeriği daha az oluyor. Örnek vermek gerekirse bir ton kayanın içinde 1 gram altın oluyor ve o da nokta nokta bulunuyor. İliç’te bulunan madenin bu şekilde çalıştığını söyleyebiliriz. İliç’te gördüğüm kadarıyla açık bir ocak var yani 8 ila 10 metrelik kademelerle toprağı kazarak ilerliyorsunuz. Çıkardığınız kayayı kırıcılarla küçültüp tıpkı İliç’te olduğu gibi bir yığın yapıyorsunuz. Yığınlarda kayma olmaması için de belirli kademelerle ilerliyorsunuz. Bu yığın içinde bulunan malzemeyi çıkarmak için de yığına siyanür ile karıştırılmış su püskürtüyorsunuz ve altını bu yöntemle ayrıştırıyorsunuz. Altının karıştığı suyu ayrı bir havuza alarak süzüyorsunuz ve çeşitli işlemler yaparak altını çıkarmış oluyorsunuz. Siyanürlü suyu ise tekrar yığına püskürtüyorsunuz. Bu şekilde bir sirkülasyon var. Altın çıkarılan yığınlarsa terk ediliyor” dedi.
‘KAYAN YIĞININ TERK EDİLİP EDİLMEDİĞİ ÖNEMLİ’
İliç’te kayarak 9 işçinin kaybolmasına neden olan yığının da anlattığı gibi bir yığın olduğuna dikkat çeken Kahriman, üzerinde aktif çalışma olan veya terk edilmiş olan yığınların da gözlemlenmesi ve ekipmanlarla kayma olup olmadığına yönelik takibin yapılması gerektiğine vurgu yaptı. “Önünde setler ve barajlar bulunmalı, bunların olası kaymaya karşı yeterli olup olmayacağı kontrol edilmeli” diyen Ali Kahriman, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Eğimin ve yüksekliğin gereğinden fazla olduğu bir yığında da bu bahsettiğimiz malzeme harekete geçebilir, İliç’te gördüğümüz gibi bir kaymaya sebep olabilir ve bu kayma sırasında önüne ne çıkarsa altına alır. Eğer bahsettiğimiz yığının içinde su varsa bu su da akarsu ile nehir yataklarına karışarak riskler oluşturabilir. Ancak İliç’te yaşanan olayda şu an için anladığım kadarıyla böyle bir risk oluşmamış gibi görünüyor. Eğer bulamaç halinde bir yığından bahsetmiyorsak bunun akarsuya karışma ihtimali düşüktür çünkü bu su kayanın içinde emdirilmiş vaziyette bulunuyor. Zaten önünde bulunan baraj ve setlerin de buna engel olması gerekir.”
‘İHMAL VAR GİBİ GÖRÜNÜYOR’
Madenlerde bulunan yığınların belirli standartlara göre oluşturulması şart. Kahriman, “İliç’te olduğu gibi yığınlar oluşturulurken dikkat edilmesi gereken hususlar var. İnce, kalın ve orta malzemenin uygun şekilde yığılması yani kum gibi olmaması gerekir. Ayrıca bu tarz bir yığın yapılırken yer seçimi de önemli. Jeolojik olarak uygun bir yer mi seçildi? Yığın yapılacak alanda yeteri kadar düzlük bir alan oluşturuldu mu? Yığın yapılırken gereğinden fazla kademe mi oluşturuldu? Bu soruların cevapları yaşanan olayın sebebiyle ilgili. Çünkü geometrisi düzgün oluşturulan, yeri düzgün seçilen bir yığının bu şekilde bir kayma yapmaması gerekirdi. Belli ki bazı zorlamalar var. Bu da bazı ihmaller yapıldığı anlamına geliyor” şeklinde konuştu.
“Yer veya sistem seçiminde, boyutlandırmada, yığıntı önüne yapılması gereken barajlarda bir hata olmuş olabilir. Bunlardan birkaçı meydana geldiğinde böyle olaylar yaşanır. Günümüzde gözlem yapma imkanları çok gelişmiş durumda ve yığıntı bir kalp gibi takip edilebilir. ‘Acaba bu noktada farklı ihmallerde mi oldu?’ sorusunu sormak gerekiyor. Çünkü böyle bir olay birdenbire olmaz, milim milim kayar. Gözlemler sırasında bunu fark ettiğinizde gerekli önlemleri almanız gerekir. Durumun bu boyuta ulaşması için bir geçmişi olması gerekir.” – Maden Yüksek Mühendisi Ali Kahriman
‘İLİÇ HAKKINDA DAHA ÖNCE SEMPOZYUM DÜZENLEDİK’
İliç’te bulunan derneklerin yaklaşık 10 yıl önce kendisiyle temas kurduğunu ifade eden Ali Kahriman, “O zaman bu madenin bulunduğu çevrede yaşayanlarla görüşmemiz olmuştu. Köylerindeki üretim kalitesinin düştüğünü ve çevrenin zarar gördüğünü söylediklerinde onlara yapıcı öneriler geliştirmek için bir sempozyum düzenlemeyi önerdim ve bir grup hocamızla birlikte bir sempozyum yaptık. ‘Bu önerileri firmalara dayatalım ve onlar da gerekli önlemleri alsınlar’ dedim. Firma temsilcilerinin de katıldığı bu sempozyumda yapılması gerekenleri tespit ettik ve kamuoyuyla daaylaştık. HES-Maden Çevre Risk Fonu oluşturulması gerektiğini ve bu fonun bölgedeki dernekler, çevre dernekleri, okullar ve bilim kuruluşları tarafından madenlerin oluşturacağı riskleri denetlemek maksadıyla kullanılması gerektiğini önerdik. Ancak sonuç olarak ciddi bir ilerleme gerçekleşmedi. Kötü örnekleri dikkate almazsak Türkiye’de madencilik yapılamaz bir duruma gelir. Bu da bizi, ihtiyacımız olan yeraltı kaynakları üzerinde oturan fakir bekçiler haline getirir” diyerek sözlerini noktaladı.
‘TOLERE EDİLEBİLİR BİR DURUM DEĞİL’
Böyle olaylardan sonra toprağın önceki halini alabilmesi için uzun bir süre geçmesi gerektiğini söyleyen Doç. Dr. Mahnaz Gümrükçüoğlu Yiğit de, “Su ve toprağın kirlenmesi aynı zamanda havanın da kirlenmesine neden olur. Bunların üçünün de kirlendiği alanda sağlıklı gelecek beklemek doğru olmaz” şeklinde konuşarak maden sahasının kapatılması gerektiğini düşündüğünü söyledi ve bölgede hızlıca rehabilitasyon çalışmaları yapılması gerektiğinin altını çizdi. Afet sonrası yapılan çalışmaların afet öncesi alınabilecek önlemlerden daha maliyetli olduğuna dikkat çeken Mahnaz Gümrükçüoğlu Yiğit, “Doğru olan, riski yönetmek ve bu tarz afetlerden önce bunları düşünerek önlemler almaktır. Ancak ‘Bize bir şey olmaz’ ya da ‘Hallederiz’ düşüncesi hakim” dedi. Daha önce hem Türkiye hem de dünyada benzer olayların yaşandığını ifade eden Yiğit son olarak şunu da ekledi:
“Yakın zamanda Giresun’da buna benzer bir olay yaşadık. Avrupa’da bir kere bakır madeninde havuz duvarının yıkılması nedeniyle Tuna Nehri’ne ‘ölüm suyu’ olarak adlandırılan atık su karıştı. Karadeniz’e kadar geldi, hatta bize kadar ulaştı. Ancak bu olaydan sonra ciddi anlamda önlemler alındı ve benzer durum bir daha yaşanmadı. Bizde bunun aksi bir tavır var. Ne depremlerden ne sellerden ne farklı afetlerden ders almamaya devam ediyoruz. Dünyanın en önemli su yollarından biri olan Fırat Nehri’ne çok yakın bir noktada böyle bir olayın yaşanmış olması tolere edilebilir bir durum değil.”